
Vakti zamanında Osmanlı padişahları, tebdil-i kıyafet yapıp halkın içine girer ve insanlarla konuşup onların dertlerini dinlermiş. Halk onlardan razı mı yoksa şikayetçi mi araştırırlarmış. Mahkeme-i Kübra'da İlahi Adalete hesap verme hassasiyetiyle...
Rivayet budur ya, İkinci Mahmut Han da bir gün böyle tebdil-i kıyafetle saraydan ayrılır. Yolu bir kahvehaneye düşer. Yaşlı çaycıya herkesin ''Tıkandı Baba'' diye hitap ettiğini görür ve bu lakabın nereden geldiğini sorar.
Çaycı, hikayesini şöyle anlatır:
Bir gece rüyamda gürül gürül akan çeşmeler gördüm. Birisi iyi akmıyordu. ''Bu kimin?'' diye sordum, ''Senin'' dediler. ''Mademki bu çeşme benim'' diyerek daha iyi akması için yerden bulduğum bir çubukla açmaya çalıştım. Çubuk kırıldı, su hiç akmaz oldu.. İşte bu rüyamı komşulara anlatınca, adımız ''Tıkandı Baba''ya çıktı...
Sultan Mahmut Han, oradan ayrılırken vezirine, ''Bu adama bir ay boyunca her gün bir tepsi baklava gönderin. Her dilimine de bir altın yerleştirin!'' diye talimat verir..
Ertesi gün baklava gelir. İhtiyar çaycı, ''Baklavayı satayım da üç beş kuruş kazanayım'' diye düşünür. O arada gördüğü bir Yahudi baklavayı rayiç fiyattan daha aşağıya alır.Yerken altınları görür. Yahudi bir şeyler anlamaya çalışır.. Ertesi günü çaycıyı görüp, ''Sana baklava getiren olursa ben yine daha yüksek fiyattan alırım.'' diye de tembihler... Ve Yahudi her gün fiyatı artırarak almaya devam eder.. Çaycı da, ''İyi para kazanıyorum'' diyerek baklavaya hiç dokunmadan satar.
Bir ay sonra baklava getirme işi biter. Sultan,''Şu çaycıyı bir ziyaret edeyim''diye düşünür. Padişah yine tebdil-i kıyafetle, çaycının yanına gelir. Çaycıda bir değişiklik olmadığını anlayınca, ''Baklavaları ne yaptın?'' diye sorar. O da, hiçbirini yemeden sattığını söyler. Bu sefer onu kenara çeker ve asıl kimliğini söyleyerek Hazine'den bir miktar altın vermek üzere, saraya davet eder. Çaycı şaşkındır!.. Birlikte Saraya giderler. Sultan, ''Şu küreği al, altına daldır, ne kadar dolarsa hepsi senindir''der. Çaycı heyecanla küreği ters daldırır. Fakat o da ne?! Küreğin üstünde bir altın vardır. Çünkü küreği ters daldırmıştır. Sultan Mahmut Han ''Demek nasibin bu kadarmış''der. Ona yardımcı olmak için başka imkanlar da sunar. Ancak o hiçbir fırsatı değerlendiremeyince, Padişah, o malum sözünü söyler:
- Vermeyince Mabud, neylesin Sultan Mahmud?
Velhasılı kelam.. Hep çok uğraşıp, didinip bir şeyler yapmaya çalışıyorum kendimce. İnsanlık yararına, insani ve karşılıksız. Bir şeyleri değiştirmek, şartları iyileştirmek adına. Hem kendim hem de diğer insanlar için. olmayınca da o anlık sinirle basıyorum yaygarayı. Tabi ortalık toz duman....
Ama bazen ne yaparsam yapayım o kadar kifayetsiz ve yokmuş gibi oluyor ki sanki hiç olmamış ve dünya benim varlığımdan habersizmişçesine...Eeee, ne diyeyim...
''Vermeyince Mabud, neylesin Sultan Mahmud?..''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder